Mimar Sinan
435 Yıldır Yapıtlarıyla Yaşıyor
“Osmanlı İmparatorluğu’nun yetiştirdiği en önemli sanatçı kimdir?” diye sorsak, aklınıza ilk gelen isim hangisi olur? Kuşkusuz, Mimar Sinan… Çünkü o, hem üretken hem de çok yetenekli bir mimardı. Üstelik, Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü olduğu “Muhteşem Süleyman” çağında tam 50 yıl başmimarlık yapmıştı. Bir bölümü günümüze ulaşamayan ve bazıları Türkiye sınırları dışında kalan 477 yapı onun imzasını taşır. Gelin, bundan tam 435 yıl önce ölen ama yapıtlarıyla hâlâ yaşayan Mimar Sinan’ın yaşam öyküsüne, çocukluğundan başlayarak bakalım. Kim bilir, belki de içinizdeki mimar, Sinan’ın vereceği ilhamı bekliyordur…
Çocuk Sinan
Kahramanımız 1490’lı yıllarda (doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor) Kayseri’nin Ağırnas Köyü’nde dünyaya gelir. Erciyes’in eteklerinde geçer çocukluğu… Derler ki bu dağın heybetinden çok etkilenmiş, bu da gelecekte yapacağı devasa camilere yansımıştır. Kayseri çevresinin doğal taş kaynakları nedeniyle, bu yörede taş ustalığı o zamanlar çok yaygındır. Sinan da genç yaşta bu zanaatı öğrenmiş olmalıdır. Yaşamına damgasını vuracak mesleği, belki de henüz çocukken prova etmeye başlamıştır. Kim bilir, arkadaşlarıyla oynarken köyün taşlarından köprüler, kemerler yapmıştır belki…
Sinan’ın yaşamının dönüm noktası, onlu yaşlarında yeniçeri ocağına seçilmesi olur. Sinan’ın yeteneği ve zekâsı, onun seçilmesini sağlamıştı. Bir yeniçeri adayı olarak sıkı bir eğitime başladı. Ardından dülgerliğe yöneldi, ustalarından inşaatlarda kullanılan yeni teknikler öğrendi. Çocukluğunda taşlarla oynadığı oyunları gerçeğe dökmeye başladı.
Sinan Yeniçeri Oluyor
Daha sonra Sinan yeniçeri oldu. Ustalarından öğrendiklerini katıldığı çeşitli seferlerde uygulamaya başladı. Kendi deyişiyle, yapı işlerinde pergelin sabit ayağı gibi kararlı ama pergelin gezen ayağı gibi farklı diyarlar görmeye meraklıydı. Kanuni Sultan Süleyman’la birlikte Belgrad, Rodos, Mohaç seferlerinde yer aldı hatta Viyana önlerine kadar gitti. Doğudaysa İran ve Bağdat seferlerine katıldı. Van Gölü’nü geçmek için üç gemi yapınca iyice dikkat çekti. Hem iyi bir tasarımcı hem de başarılı bir mühendis olduğunu gösterdi.
Gidilen tüm bu diyarlarda incelediği tarihi yapılar onu etkiliyordu. Doğu’da ve Batı’da gördüğü hanlar, köprüler, camiler, kiliseler ve saraylar, onun gelecekte inşa edeceği yapılar için birer esin kaynağı oluyordu. 1538’deki Karaboğdan Seferi’nde Prut Irmağı üzerinde inşa ettiği köprü ona büyük ün kazandırdı. Bu başarısı Kanuni’nin de hoşuna gitti. Aynı yıl, görevdeki başmimarın ölmesi üzerine, Sinan bu göreve getirildi. Böylece Sinan’ın gerçek kariyeri başladı. Artık yeniçeri değil, bir sanatçıydı. Osmanlı’nın muhteşem yüzyılında, ünlü kişiler için çalışacaktı. Çocukluğunun rüyası gerçek olmuştu.
İlk Yapı Hürrem Sultan için…
Sinan ilk önemli yapısını, çok ünlü biri için, Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan için İstanbul’da inşa etti. Cami, medrese (üniversite), sıbyan mektebi (ilkokul), darüşşifa (hastane) ve sonradan eklediği imaretten (aşevi) oluşan bir külliyeydi bu. Ardından Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan sıraya girdi, onun için de Üsküdar’da bir cami yaptı. Kanuni’yle Hürrem’in genç yaşta ölen oğulları Şehzade Mehmet için yaptığı türbe ve cami, onun ne kadar yetenekli bir sanatçı olduğunu ortaya koydu. Bunun üzerine Kanuni, ona hemen yeni bir iş verdi, hem de büyük bir iş: Padişahın adını taşıyacak, büyük bir cami! Üstelik bu cami Ayasofya’dan daha güzel olmalıydı, her yerden görünmeli, Süleyman’ı ölümsüzleştirmeliydi.
Mimar Sinan, Süleymaniye adını alacak cami ve külliyenin inşaatı sürerken başka yapılar da ortaya koyuyordu. Aslında o böyle çalışıyordu; büyük külliyeleri yaparken eşzamanlı olarak irili ufaklı birçok yapının mimarlığını üstleniyordu. İstanbul’daki saray mimarları ocağında imparatorluğun her yanında ve başkentin en güzel yerlerinde inşa edilecek yapıların projelerini o hazırlıyordu. Ankara, Kayseri, Şam, Mostar gibi uzak yerlerdeki yapılara kendi yetiştirdiği mimarları gönderiyor, uygulamayı onlara bırakıyordu. Önemli kişilerin ısmarladığı İstanbul civarındaki yapıların denetimini bizzat üstleniyordu. Bir orkestra şefi gibiydi: Yüzlerce işçi ve ustanın bulunmasını, tonlarca malzemenin sağlanmasını içeren ve kusursuz işleyen bir şantiye organizasyonu; genç mimarların çeşitli işlere yönlendirildiği bir koordinasyon. Mimar Sinan, aynı zamanda iyi bir proje yöneticisi olduğunu da kanıtlıyordu.
Görsel Kaynağı: Wikipedia
Muhteşem Süleyman’a Muhteşem Yapılar
Süleymaniye Camisi
İlk taşı 1550’de konan Süleymaniye’nin yapımı uzun sürmüştü. Camisinin tamamlanmasını sabırsızlıkla bekleyen Kanuni’nin kulağına bazı dedikodular geliyordu. Sinan için, “kubbe çöker diye korktuğundan altındaki iskeleyi sökemiyor” diyorlardı. Bunun üzerine padişah inşaat alanına habersiz bir ziyaret gerçekleştirdi. Sinan’ı caminin başka işleriyle uğraşırken görünce sinirlenip inşaatı niye yavaşlattığını sordu. Sinan’ın korkudan adeta dili tutulmuştu; inşaatı iki ay içinde tamamlamaya söz verdi. Bunun üzerine padişah “iki ay sonra bitmezse seninle görüşürüz” deyip gitti. Ama Sinan söz verdiği tarihte camiyi tamamlayıp açılış merasimi için anahtarı Kanuni Sultan Süleyman’a sununca, “bu yapıya çok emek verdin, senin açman daha uygundur” diyerek açılışı padişah Mimar Sinan’a yaptırdı. O günden sonra Süleymaniye, hem İstanbul’un simgesi oldu hem de bakanlara Kanuni’yi ve Sinan’ı anımsattı.
Büyükçekmece Köprüsü
Sinan’ın Sultan Süleyman için yaptığı başka bir yapı da Büyükçekmece Gölü üzerinde inşa ettiği köprüydü. Gölün üzerindeki küçük adalar arasındaki dört köprüden oluşan bu yapı tam 636 metredir. Çocukken köyünde taşlarla oynarken yaptığı köprüler mi yoksa yeniçeriyken ordunun geçmesi için nehirler üzerine kurdukları mı ilham verdi ona, bilinmez… Ama en az camileri kadar güzel bir yapı ortaya çıktı. Bu köprüyü Sinan da çok beğenmiş, şaheseri olarak görmüş ve üzerine imzasını atmıştı. Başka hiçbir yapısında olmayan imzasını…
Mimar Sinan’ın imzası, yalnızca bir yapısında, fotoğraftaki Büyükçekmece Köprüsü’nün üzerinde yer alır.
Mağlova Kemeri
435 Yıldır Ölümsüz
Mimar Sinan sonraki yıllarda Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan için başka bir cami daha yaptı. Mihrimah’ın Üsküdar’daki ilk camisinin üzerinden doğan Güneş ve Ay, Edirnekapı’daki bu yeni caminin ardından batıyordu. O kadar güzeldi ki bu cami, Sinan’ın Mihrimah’a âşık olduğu söylenip durdu. Sonra III. Murat ve annesi Nurbanu Sultan için, sadrazamlar Rüstem Paşa ve Sokullu Mehmet Paşa için çeşitli kentlerde camiler ve külliyeler yaptı. Vezirler, kaptanlar, ağalar, paşalar; kısacası herkes ona bir eser yaptırmak için sıraya girdi. Yapıların yerlerini özenle seçen Sinan, aynı zamanda iyi bir kent planlamacısı olduğunu da gösterdi. Üstelik her yapısı birbirinden farklıydı ve hep bir yenilik içeriyordu.
Çocuk Sinan’ı Mimar Sinan yapan, köyünde öğrendiği taş işçiliğini, gölgesinde büyüdüğü Erciyes Dağı’nın heybetini, hep aklında tutmasıydı. Yeniçeriyken gittiği yerlerde incelediği yapılarda gördüğü ayrıntıları da hiç unutmadı. Anadolu’da yaşamış medeniyetlerin mimarlık mirasını sanatçılığıyla harmanladı. O yüzden yapıları hâlâ çok güzel ve aradan yüzyıllar geçmesine rağmen sapasağlam ayaktalar. Öyle ki kendinden sonraki mimarlara örnek olduğu gibi bugün bile taklit ediliyorlar. Bu nedenle, ölümünün üzerinden tam 435 yıl geçse de, çağlara meydan okuyan ölümsüz bir sanatçıdır, Mimar Sinan.